Safa ile Merve : Orada saat ve dakikalar o kadar nazlıdır ki, mutlaka iltifat ve alâka isterler. Yoksa hiç var olmamışlar gibi iz bırakmadan eriyip giderler.
Sa'y
Kâbe’nin
çevresindeki tavafı, tasavvufî ifadesiyle, daha çok, mübarek bir duygu, bir
düşünce etrafında ve kendi içimizde derinleşme hedefli bir seyahatin ifadesi
sayılan “seyr
fillâh”a benzetecek
olursak, sa’y mahallindeki gelip-gitmeleri, halktan Hakk’a, Hak’tan da halka
urûc ve nüzûlün unvanı olan “seyr ilâllah”, “seyr minâllah” mânâlarıyla yorumlamak muvafık
olur zannederim. Evet, Safâ-Merve arasındaki gelip-gitmelerde işte böyle bir
mülâhaza ve bu mülâhazadan kaynaklanan bir derin his ve arzu tufanı yaşanır.
İnsan mes’âda
(sa’y mahalli) hep bir koşup aramanın, bir medet dileme ve imdat etmenin
kültürünü, şiirini, mûsıkîsini, vuslat ve “dâüssıla”sını yaşar. Orada önemli bir şeyin
peşine düşülmüş gibi, takipler aralıksız devam eder. Aranan şey zuhur edeceği
âna kadar da gelip gitmeler sürer durur. O yolda rastlanılan her iz ve emare
insanın heyecanını bir kat daha artırır.. ve sineler:
“ Bak şu gedânın hâline
Bend olmuş zülfün teline
Parmağı aşkın balına
Bandıkça bandım bir su ver.” (Gedâî)
der ve Kâbe’nin
çevresinde olduğu gibi hem koşar hem de içine matkaplar salarak, Beytullah’ın
çevresindeki enfüsî derinleşmeye mukabil, burada, bir hatt-ı müstakîm üzerinde
gelip gider; peygamberâne his ve duygularla,.. telaşlı fakat hesaplı, endişeli
ama ümitli; semanın altın ışıkları altında, hac mevsiminin mavimtrak saatleri
içinde; yeni bir vuslatın heyecanı ve henüz aradığını tam bulamamış olmanın
tahassürüyle koşar-âheste yürür, tepeye tırmanır, oradan aşağı iner ve yolda
olmanın bütün kararsızlıklarıyla çırpınır durur. Bazen, mes’âda koşan
insanların, daha çok bir nehrin akışına benzeyen çağıltılarına karışarak,
karışıp bir koro şivesiyle hislerini dile getirerek.. bazen de hiçbir şey ve
hiçbir kimse görmüyor olma ruh hâletiyle, tek başına sa’y ediyormuşçasına,
gözünde Hz. Hacer’in silueti, elinde gönül kâsesi, göklerden gelip alevlerini söndürecek bir rahmet bekler.. ve ruhunu yakan
kendi ateşiyle beraber, intizarın bitmeyen hasretiyle de kavrulur durur. Bazen
mes’âda, ötelerden kopup gelen bir meltemin serinliği duyulsa da, genelde orada
hep şevk buudlu bir hüzün, ümit ve recâ televvünlü bir aşk ızdırabı yaşanır.
Mes’âda çok defa,
hakikatler hayale karışır ve çevredeki insanlar bazen sükûtun derinliğiyle,
bazen de çığlık çığlık hıçkırışlarıyla, kâh mizana sürükleniyor gibi, kâh
kevsere koşuyor gibi zevk ve tasa ikilisiyle yer yer yutkunur, zaman zaman da
rahat bir nefes alır.. ve geliş-gidişlerine, iniş-çıkışlarına devam ederler. Orada saat ve dakikalar o kadar nazlıdır ki, mutlaka iltifat ve alâka
isterler. Yoksa hiç var olmamışlar gibi iz bırakmadan eriyip giderler.
Günler bayrama
doğru kaydıkça, metaf, zemzem ve mes’â gizli bir gurbet ve hasret duygusuyla
lacivertleşir.. Kâbe, bize araladığı pencerelerin panjurlarını yavaş yavaş
indirir.. ve her hâdise ile fâniliğini anlayan insan, buradan göçme zamanı
geldiğinde ayrılması icap ettiği gibi, bir gün mutlaka dünyadan da ayrılacağını
düşünür ve kendi içine, kendi hususî dünyasına çekilerek âdeta bir ruhî
inzivaya bürünür.
Yorumlar
Yorum Gönder