Müzdelife : Rükûa nispetle secde seviyesinde Allah’a yakın olmanın unvanı sayılan Müzdelife.
Müzdelife :

Bu yalvarış ve yakarışlar, güneş ışınları yeni bir günün müjdesiyle ufukta belireceği âna kadar da devam eder. Güneş doğarken de, âdeta o âna kadar secdede olan başlar, bir başka yakınlığa ulaşmak için yeniden “şedd-i rihâl” eder ve yollara koyulurlar.

İnsanlar Arafatta affolacaklarını umar,
kurtuluşa ereceklerinin hülyalarını yaşar ve bu bir tek günü, senelerin
vâridâtını elde edebilecek şekilde değerlendirirler.. değerlendirirler ama,
yine de bir başka yerde dua edip yakarışa geçmeleri lâzım geldiğini de söküp
kafalarından atamazlar.
Atmalarına gerek
de yok, zira birkaç adım ötede bağrını açmış Müzdelife onları bekliyor.
Vicdanlarımızdan, Müzdelife’nin bizi beklediği mesajını alır almaz, içinde
bulunduğumuz ışıklardan ve ümitle bize tebessüm eden Arafat’tan ayrılır, rükûa
nispetle secde seviyesinde Allah’a yakın olmanın unvanı sayılan Müzdelife’ye
yürürüz.. sonsuza, mekânsızlığa, ebediyete ve Allah’a yürüdüğümüz gibi
Müzdelife’ye yürürüz.
Tamamlanmaya yüz tutmuş mehtabın, dağ-dere, vadi-yamaç
her yanı aydınlatan ışıklarla cilveleştiği bir mübarek mekânda ve göklerin yere
indiği, arzın semavîleştiği duyguları içinde, kendimizi, orada, Hakk’a
ulaştıran ayrı bir rıhtım, ayrı bir liman ve ayrı bir rampada buluruz. Kâbe’den
beri değişmeyen halleriyle, göklerin pırıl pırıl çehresinin, hacıların
simalarındaki akislerini, Allah’a yönelmiş yalvaran bu sadık bendelerin
seslerini bedenlerimizde, ruhlarımızda, gözlerimizde ve gönüllerimizde duyarak
ötelerde dolaşıyor gibi öteleşir, meleklerle ve melekûtla hemhâl olur
uhrevîleşir ve kendimizi bütün bütün rahmetin enginliklerine salarız.
İbn Abbas,
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun, Arafat’ta ümmeti adına sarih olarak elde
edemediği önemli bir reçete ve beraati Müzdelife’de elde ettiğini söyler.
Gönlüm bu tespitin yüzde yüz doğru olmasını ne kadar arzu ederdi..! Eğer, Hz.
İbn Abbas’ın dediği gibi ise, başların secdeye varmışlığı ölçüsünde insanları
Allah’a yaklaştıran Müzdelife, bir başka feryâd u figân, bir başka âh u zâr ister..
Müzdelife’nin
hemen her yanında, lambalardan akseden ışıklarla, hacıların parıldayan yüzleri,
buğulu bakışları ve heyecanla çarpan sineleri, sadece gecesiyle tanıdığımız o
mübarek sahaya, büyüleyen ayrı bir güzellik katar. Hele gece ilerleyince her
yanı daha derin bir esrar bürür. Bir kısım kimseler ertesi günkü zor vazifeleri
için dinlenirken, sabaha kadar el pençe divan duran insanlar da vardır. Sesini
sinesine çekip duygularıyla tıpkı bir mızrap gibi gönlünden gönül ehline
nağmeler dinleten bu engin ruhlar kim bilir neler düşünür, neler söyler ve
içlerinden neler geçirirler..! Kalb sesleri her zaman kendilerini aşan bir
seviyede cereyan eder ve meleklerin soluklarıyla at başıdır. Kalbini dinleyen
ve kalbiyle konuşan bu zaman üstü insanlar, şimdi seslendirdikleri bu gönül
bestelerinin yanında, daha önce, ondan da önce, duygu mızrabıyla gönül telleri
üzerinde duyurup duymaya çalıştıkları ne kadar nağme varsa, hepsini bir koro
gibi birden duyar, birden dinler ve geçmişlerini bu günle beraber bir zevk zemzemesi
hâlinde yudumlarlar.
Ufuklarda şafak
emareleri tüllenmeye başlayınca, bir gün önce Arafat’ta yaşanan ses-soluk,
his-heyecan katlanarak bütünüyle Müzdelife’ye akar.. akar ve tan yeri bir sürü
his, bir sürü iniltiye karışarak ağarır. Namaz dışı Hakk’a yönelişler, namaz
içi teveccühler.. ve namazın içine akıp kunutlaşan dualar her biri Hakk’a
yakınlığın ayrı bir buudu olarak keyfiyetler üstü bir derinlikte eda edilirler.
Bazen dört bir
yanımızı saran ve bütün duygularımızı okşayan bir ipek urba gibi.. bazen
ümitlerimize fer ve acılarımıza tesellibahş olan semavî eller gibi.. bazen
ocaklar misali yanan sinelerimize su serpen birer tulumba gibi.. bazen
ruhlarımıza en yüce hakikati duyurup gönüllerimize ürpertiler salan ezanlar
gibi.. bazen yıkılmış, dağılmış eski dünyamızın parçalarını bir araya
getirerek, özümüzden, ebediyetimizden, dünyamızdan, ukbamızdan öyle mânâlar
duyururlar ki, kendimizi yeniden keşfediyor, özümüzü daha yakından tanıyor,
dünyaya farklı bir zaviyeden uyanıyor, ukbayı da ayrı bir yakınlık, ayrı bir
netlik içinde görüyor gibi oluruz.
Bu yalvarış ve yakarışlar, güneş ışınları yeni bir günün müjdesiyle ufukta belireceği âna kadar da devam eder. Güneş doğarken de, âdeta o âna kadar secdede olan başlar, bir başka yakınlığa ulaşmak için yeniden “şedd-i rihâl” eder ve yollara koyulurlar.
Yorumlar
Yorum Gönder