Arafat : Bence, ruhun uhrevîleşip incelmesi için insan hiç olmazsa ömründe bir kere Arafatlaşmalı, Arafat’ı yaşamalı ve Arafat’ın tulû’ ve gurûbunu oksijen gibi ciğerlerine çekmelidir.

Arafat :
Ömrünün birkaç saatini Arafat’ta geçirmiş olanlar, bütün bir ömür boyu güller gibi açar durur ve asla solmazlar.
Arafat’ın öyle
bir nuranîliği ve orada yaşanan zamanın öyle bir derinliği vardır ki, o
hazîrede bir kere bulunma bahtiyarlığına ermiş bir ruh, gayri hiçbir zaman
bütün bütün mahvolmaz ve kat’iyen dünyevîler gibi ölmez.
Ömrünün birkaç saatini
Arafat’ta geçirmiş olanlar, bütün bir ömür boyu güller gibi açar durur ve asla
solmazlar. Onun şefkatli, aşklı, şiirli dakikaları, hep bir sabah güneşi gibi
gönül gözlerimizde ışıldar durur.. ve her yanında açık-kapalı aşkla bilenmiş,
bülbül gibi şakıyan, şakıyıp kalblerinin en mahrem noktalarında petekleşmiş
bulunan imanlarını, irfanlarını, muhabbetlerini ve cezb u incizaplarını
haykıran insanların çığlıkları kulaklarımızda tın tın öter ve ötelere müştak
gönüllerimizi coşturur. Hem öyle bir coşturur ki, bizi, en inanılmaz, en
erişilmez lezzetlere çeker.. en olgun, en doyurucu vâridâtla hislerimizi
şahlandırır.. görmüş geçirmiş varlıkların istiğnalarına benzer şekilde
gözlerimize bir büyü çalar ve bizleri özlerimizin içindeki zenginliklerde
dolaştırır.
Arafat’ta,
sabahlar da gurûblar da hep derinlik soluklar ve ihtimal ki, en yüksek
şairlerin bile terennüm edemeyeceği nüktelerini kalblerimize boşaltır; bize
varlığımızın gayeleri adına neler ve neler fısıldarlar. Bence, ruhun
uhrevîleşip incelmesi için insan hiç olmazsa ömründe bir kere Arafatlaşmalı,
Arafat’ı yaşamalı ve Arafat’ın tulû’ ve gurûbunu oksijen gibi ciğerlerine çekmelidir.
Arafat’ta insan,
duanın, yakarışın, iç çekiş ve iç döküşün en ürperticilerine şahit olur. Hele
ikindi sonrasına doğru, biraz da buruksu veda havasıyla eda edilen dualar, daha
bir derinlikle tüllenir, sesler, soluklar, gökler ötesi meleklerin çığlıklarını
hatırlatan bir enginlik ve duruluğa ulaşır. İnsan, Arafat düzlüğünde yükselen
âh u efgânı duydukça, seslerdeki uhrevîlik, ebedî saadet ümidinin hâsıl ettiği
rikkat, şefkat ve recâ ile gençleştiğini, ebedîleştiğini, büyük bir açılışa
geçtiğini ve genişlediğini sanır. Hele, güneş gurûba kapanıp da, kararan
ufukların her yana buğu buğu veda duyguları saldığı dakikalarda ümitlerin
cisimleşip içimize aktığını, şuurlarımızın Arafat vâridâtıyla aydınlandığını ve
tıpkı rüya âlemlerinde olduğu gibi, kalıplarımızdan sıyrılıp, bir kısım mânevî
anlaşılmazlıklara açıldığımızı..
Arafat gibi çığlık çığlığa inlediğimizi..
batan güneşle beraber eriyip gittiğimizi.. kulaklarımıza çarpan âh u efgân gibi
birer feryat hâline geldiğimizi.. kuşlar gibi hafifleyip bir tür kanatlandığımızı..
mahiyet değiştirip birer mânevî varlığa inkılap ettiğimizi sanır ve hayretler
içinde, olduğumuz yerde kalakalırız.
Arafat,
insanların bütün bir gün, melek mevkibleri arasında dolaşıp durduğu,
otururken-kalkarken sürekli semavîlik solukladığı, Hak rahmetinin sağanak
sağanak gönüllerimize boşaldığı ve hâdiselerin hep ümit televvünlü cereyan
ettiği bir rahmet yamacı ve hesap endişeli bir Arasat meydanıdır. Dünyaya ait
her şeyden sıyrılmış ve soyunmuş insanlar, hesap, terazi, mizan endişesi ve rahmet
ümidiyle hep hayaletler gibi dolaşırlar onun düzlüklerinde. Affolacaklarını
umar, kurtuluşa ereceklerinin hülyalarını yaşar ve bu bir tek günü, senelerin
vâridâtını elde edebilecek şekilde değerlendirirler.. değerlendirirler ama,
yine de bir başka yerde dua edip yakarışa geçmeleri lâzım geldiğini de söküp
kafalarından atamazlar.
Yorumlar
Yorum Gönder