Gayri Müslim mü'min, Gayri mü'min Müslim...!

Beş emekli Râhip, iki Musevî (Haham ve eşi), birkaç tane de akademisyen teolog ile yapılan görüşmemizde… Biz İSLÂM kelimesinin semantik kökenlerini Harward Üniversitesinin hocalarından Prof. Dr. Jane I. Smith’in yaptığı araştırma üzerinden anlatıp; (küçük harfli) İslâmiyetin Hz. Adem Aleyhisselam ile başladığını, (büyük harfli) İslamiyetin Hz. Peygamber Muhammed Aleyhisselam'ın getirdiği din olduğunu söyledik. (Çünkü Kur’an’da: Allah katında din, İslâmdır.’ Âl-i İmran, 3/19, buyuruluyor.) Ama bugün İslam dünyasında dışa vurup yaşanan ve anlaşılan haliyle Ümmet-i Muhammedin daraltılmış hâli olarak İslamiyeti (büyük harfli) arz edip; insanların hal ve davranışlarında evrensel değerler halinde, adâlet anlayışlarında yansıyan şeklinin de islamiyet (küçük harfli) olduğunu söyledik.

“Karl Reihner’deki isimsiz Hıristiyanlar yaklaşımına benzer Üstad Bediüzzaman’ın da, gayr-i müslim mümin ve gayr-i mümin müslim vurgusunu anlattık. (Üstad Hazretleri Dokuzuncu Mektup’ta diyor ki: Eskide bazı dinsizleri gördüm; Kur’an’ın hükümlerine şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamı kabullenmesiyle İslâmiyete mazhardı; ‘dinsiz bir Müslüman’ denilirdi. Sonra bazı müminleri gördüm ki, Kur’anî hükümlere tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; ‘gayr-i müslim bir mümin’ tâbirine mazhar oluyorlar.)

“Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Musa ve Hz. İsa (Aleyhisselam)’ların bu mânada Müslüman olarak zikredildiğini söyledik. (Çünkü bazı oryantalistler, o peygamberler zamanında İslâm Dini henüz gelmemişti, onlara nasıl İslamiyet ve Müslümanlık izafe edilebilir, diye itiraz ediyorlar. İşin aslı budur. İslam, en başta Allah’a teslim olma; Müslüman da Allah’a teslim olan demektir. Onların hepsi de Allah’a teslim olmuş zatlardır. İşte bu mânadan dolayı Arapça bu inceliği bilen bazı Süryaniler, ‘Bize, gayr-i Müslim, demeyiniz; biz de Allah’a teslim olanlarız yani bu mânada Müslümanız’ diyorlar.)

“Netice itibariyle, Müslümanlığın anadan babadan geçme veya Müslüman memleketlerde doğmaya bağlı otomatik bir doğum hakkı, ırk gibi bir şey olmadığını arz edip, Müslümanlığın sorgu ve irade ortaya konarak kazanılacağını ve bazı benzer meseleleri ifade ettik. Bunun üzerine Rahiplerden birisi; ‘O zaman, bu mânada ben de, çok rahat söyleyebilirim ki, küçük harfli müslümanım.’ dedi.

“Bir de biz, İslamiyetin barış dini olduğunu hem mânası hem de ruhu itibariyle bu barışı temin ve tesis için gelmiş bir din olmasına rağmen, çeşitli istihbarat kurumlarının verdiği rakamlara göre sayıları, 20 bin ile 200 bin arasında değişen hem de çoğu Müslüman olmayan radikallerce korsanlandığını, bunların 1,5 milyardan fazla olan Müslümanları temsil etmeyeceğini, Müslümanın terörist ve teröristin de Müslüman olamayacağını vurguladık…”

Nisa Suresinin 128. Âyeti'nde “Sulh, mutlaka hayırdır, hayırlıdır” buyuruluyor. Kur’an’da “Harp, mutlaka hayırdır, hayırlıdır” diye bir âyet yok… Demek ki, İslamiyette esas olan sulhtur, barıştır.

 İşte bu ve benzeri gerçekler dile getirilince, bu görüşmede meydana gelenleri Dr. Hasan Bey şöyle anlatıyor: “Biz bunları arz edince, Musevî hanımefendi, ‘Madem aynı gerçekleri görüşüyor ve konuşuyoruz, öyleyse neden yaşanan dinsizliklere beraber tepki gösteremiyoruz, ben merak ediyorum!’ dedi. Bir İngiliz Râhip ise, ‘Bunları, kendi topluluklarımıza anlatmalıyız. Siz de niçin bunları 7 gün 24 saat televizyonlarda seslendirmiyorsunuz?’ dedi. Biz de kısık bir sesle iyi haberlerin manşet olmadığını söyleyince hafifçe gülümsedi ve ‘Bizler, sizlerin bizim toplumumuzdaki sesiniz olmamız gerekiyor.’ dedi.”

Evet otantik bir diyalog ve sonuçları...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İbrahim Bin Ethem hazretlerinin oglu ile kabe de karşılaşması

Kabe'de makamat-ı erbaa. Dört mezhep imamlarının makamları...

Hıll nedir? Mikat nedir? Nerelerdir?